Ulusun temel gereksinimi olan ‘GÜVEN’ duygusunun altyapısı
Her şey insanın kendisinden başlar. İnsan doğal olarak sosyal ve kültürel bir varlıktır. Bilinen hayat için anlam kazanabilmenin tek yolu toplumu etkileyebilmektir.
Sandığımız şeylere kendimizi inandırarak veya bütün hayatın sadece kendi etrafımızda döndüğünü sanarak sadece kendimizi kandırmış oluruz. Her şeyden önce bireyin kendi mutluluğu için çabalaması gerekir.
Ancak sadece kendi mutluluğu için yaşamış bir insan hayat için hiç bir anlam ifade etmez. Çünkü hayat bir penceredir. Bizim pencereye dokunmadan geçmiş olmamız pencerenin önünden geçeceklerin var olmaya devam edeceği gerçeğini değiştirmez. İyi veya kötü, hayata anlam verenler, pencerenin önünden geçerken ona dokunanlardır. İnsanın az ve çok önemli olarak sıraya soktuğu ihtiyaçlar vardır.
Güven, sosyal yaşamda insanın en temel ihtiyaçlarından birisidir. Bunu arkadaşlık ilişkilerinde, evliliklerde ve ortaklıklarda görürüz. Örneğin sınıfınızda arkadaş gruplarının olduğunu ve bu gruplara dâhil olan veya bu gruplardan ayrılan insanları görürsünüz. Ancak herkes öğrencidir. Bunun iki nedeni vardır. Birincisi benzer özelliklere ve ilgilere sahip olmak. İkincisi ise çıkar sağlamaktır. Her ikisi de yok olduğu zaman o ilişkiyi sürdürmek için bir nedeniniz kalmaz. Ancak genel olarak şöyle düşünürüz; birinci neden, ikinci nedenden daha iyidir. Çünkü krizlerden etkilenmez bir ilişkidir. Toplumsal yaşam içerisinde güven, krizlere karşı en geniş ve sağlam olarak, çıkar üzerine kurulu ekonomik bir toplum mu, yoksa aynı ahlaka sahip kültürel bir toplum üzerinden mi sağlanabilir? Tarih bize ekonomik yapının veya otorite gücünün bozulduğu zamanlarda farklı kültürlere sahip toplumların bir arada anlaşmazlık ve karışıklık yaşadıklarını göstermektedir.
Örnek olarak kültürleri ve dinleri birbirinden farklı olan Türkler ve Ermenileri verebiliriz.
Bu iki ulus, yüzyıllar boyunca birlikte yaşadılar. Ancak sonunda ayrılmak zorunda kaldılar. Çünkü bir ulus olamadılar. Araplar ve Türkler için de tek fark din birliğidir.
Ancak görülüyor ki din birliği de bu iki ulusu, bir ulus yapamamıştır. Yani din farklılığı veya birliği tek ulus olmayı sağlamıyor. Zaten ortada bir gerçekliğin olduğunu anlamak zor değil.
Bu ulusları ulus yapan unsurlar, kültür ve ahlaklarıdır. Kültür etrafında yüz yıllarca değil, binlerce yıldır yaşıyorlar. Krizler bir ulusu kendi içinde kültürel değişimi tetiklemedikçe ayıramaz. Ulusların tamamını tek bir insan ulusu olarak birleştirmek için önce kültürlerini yok etmek veya küresel kültür ile yozlaştırmak gerekir. Çünkü ulus içinde birbirlerine güvenmeleri ve bir arada yaşamaları için bir sebep kalmadığı zaman beraberlerinde o ilişkiyi sürdürmenin bir anlamsızlığı da gelir. Bu anlamsızlık aslında bu dar ilişkinin anlamsızlığı olarak görülmektedir. Bütün insanlık ile doğrudan birleşmenin yolu budur.
İnsanlığın doğrudan siyasi bir birleşmeye girişmesi ise sonunda kaosa neden olur. Çünkü insanlar güvene ihtiyaç duyar.
“Global kültür insanları bir arada tutar” mantığına girecekler olabilir.
Ancak o kültür güven için bir sebep olarak gösterilemez. Çünkü onu anlamlı kılan bir farklı kültür yok. Anlattığım sınıftaki herkesin öğrenci olması gibi. Tek bir kültür dünyaya hâkim olursa güven duygusu yok olur. Bu hangi kültür olursa olsun geçerlidir. Bu da sınıf ayrımını daha da belirginleşeceği anlamına gelir.
Marx’ın proletarya diktatörlüğünü savunmasının sebebi budur. İnsanların birliği güven duygusunu doğrudan tetikler ve insanlar bir şeylere sarılmaya başlar. Sarılacakları bir farklı kültür veya herhangi bir kültür olmadığından dolayı insanlar sınıflara sarılır. Diğer sınıflarla aralarına bir arada yaşarken psikolojik bir mesafe koyarlar.
Bu psikoloji, oluşan krizler karşısında anlaşmazlığa ve şiddete; sonunda da bir tarafın isyanına dönüşür. Böylece kargaşa doğar. Karl Marx, ulusal ve manevi bütün değerlerden arındırılmış veya küresel bir kültür etrafında toplanmış bir ulusun içerisindeki sınıflar arası ekonomik adaleti ve sosyal eşitliği sağlamak mümkün olmadığından dolayı bir sınıfın diktatörlüğünü savunmuştur. Ulus olmayı savunmak bu yüzden gereklidir. Güveni tesis etmek ve bireyin toplumsal anlaşmazlık ve kargaşadan kurtulmasını sağlamak içindir. Ancak bu şekilde belli bir dönemin insanları değil, gelecek nesiller de mutluluk ve refaha istikrarlı bir şekilde kavuşabilir. Bütün insanlığın birbiriyle olan dolaylı etkileşimin ve dayanışmanın en güvenli yolu medeniyettir. İnsan ve ulus ilişkisi de budur. İnsanın en temel toplumsal ihtiyaçlarından birisi olan güven, kesin ve sarsılmaz olarak ulus olmakla sağlanır. Bu yüzden birey ulusçu olmalıdır. Ulusçuluk, sadece duyguların değil, ayrıca aklın da bir ürünüdür.