Öğretmen Mertcan Abbasoğlu Yazdı… ”Nasıl Bir Eğitim İstemeliyiz?
Beklenen o gelecek geldi. Peki beklenen o gelecekte umduğumuzu bulabildik mi? Bulamadıysak çocuklarımızın geleceğinde umduklarını bulabilmeleri için doğru adımları atmalıyız. Öyleyse nasıl bir eğitim istemeliyiz?
Nasıl Bir Eğitim İstemeliyiz?
Her birimizin çocukluğunda, sıralarda otururken öğretmenlerimiz etkileyici bir ses tonuyla gelecekten bahsederdi. Bazen nasihat vermek için konuşmanın temasını “gelecek” olarak belirlerlerdi bazen de tektir ederken coşkulu şekilde utanmamız ve o gün anlatılanların yarın hayatımızı şekillendirecek önemli bilgiler yahut bilgi kırıntıları olduğunu fark etmemiz için bu temayı kullanırlardı. Hepimizin yıllar, yıllar önce beklediği ve gelse de görsek dediğimiz o anlatılan, üzerine manevi anlam yüklenen, kıyametten beter yol ayrımlarını içeren gelecek geldi. Bazılarımız o beklediği geleceği yaşadılar ve öldüler, bazılarımız o geleceğin içerisinde ve bazılarımız da bulundukları şimdiki zamanın ötesindeki geleceği öngörmek ve en kıymetli mirasları olan çocuklarının geleceği üzerine kuşkular, kaygılar duymakta. Esasında hepimiz beklediğimiz o geleceğin içerisinde kendimizden sonra yarınlara bırakacağımız biyolojik kopyalarımızın refahını gözetme kaygısındayız. Bu kaygıyı tüm dünyada iki grup paylaşmakta, empati etmekte. Geleceği şekillendirsin diye Dünya’ya cevherler getiren Veliler ve bildiğini öğretme ideali Sofistlere dayanmayan Öğretmenler. Peki ikinci grubun merceklerinden bakıldığında nasıl bir eğitim istemeliyiz?
Bu konudaki en büyük sorunsal ülkemizin hangi eğitim sistemi ve modeli üzerine bir eğitim düzeneği kurgulaması gerektiğidir. ABD, Finlandiya, Almanya, Çin, Norveç… hangisi? Politeknik bir eğitim mi yoksa Waldorf kökenli bir eğitim mi? Bu sorunsala çözüm odaklı yaklaşabilmek için ülkemizin gerçeklerini masaya yatırmamız gerekir. 100 ülkenin nüfusundan fazla öğrenci nüfusuna sahip bir ülkeyiz ve tahminler gösteriyor ki ülkemizin genç nüfus avantajı niteliksizleştiği gibi 2042’ye gelindiğinde bugünkü AB ülkelerinin nüfus ve işgücü problemleriyle karşılaşacağız. Ancak akılcı şekilde duruma yaklaştığımızda bu sorunsala çözümle yaklaşmak için gerçekçi bir soru sormamız gerektiği anlaşılıyor. “Dünya’nın gittiği yere gitmek istiyor muyuz?
Sorular Cevaptır
Eğitim Dünya’da niçin yapılıyor? Eğitime tatbik edilme amacındaki iç dinamizm esasıyla baktığımızda eğitimin küresel sermayenin işgücü ve istihdam potansiyeline hazır nitelikli çıktılar, elemanlar yetiştirmek için yapıldığını anlayabiliriz. Muasır medeniyetlerdeki ailelerin eğitime genel bakışıysa insanlaşma ve kemâle erme çerçevesinde insanın çift kanatlı olmasını önemseyen düzenekte olduğunu görüyoruz. Kanadın bir tarafında akademik ve teorik yetkinlikler varken diğer tarafında sosyal-duygusal beceriler, milli ve evrensel değerler, sanatsal ve edebi faaliyetlerle ruhu beslemek yatıyor. Peki hizasına ulaşmak istediğimiz coğrafya ve refah havzası buraya doğru mu gidiyor? Yahut biz buraya doğru neden gitmek istemiyoruz?
Temel soru olarak bunu ortaya koyduğumuzda ikinci basamak açısından kimin eğitimi ideal? sorusu gelmekte. Ülkemizde 2023’te MEB’in ilköğretim okullarında 730.000’e yakın Suriyeli öğrenci bulunmaktaydı. Diyoruz ya Finlandiya mı Norveç mi? Finlandiya’nın tüm öğrencileri 730.000’in altında. Mukayese edilmesi matematiksel olarak mümkün olmayan şeylerle yorulmak zaman kaybı. Denk devletlerin bütçe olanakları ve yatırım sübvansiyonları ile ilgili olarak konuşmak lazım. Akabinde her coğrafyanın ve ülkenin birer parmak izi olduğunu da unutmamak elzem bir nokta. Bir ülkenin eğitim sistemi onun içindeki gerçekliklerden çıkar. İthâl olmaz. Bu sebepledir ki insan yetiştirme pedagojimizi kendi kültür nosyonumuz üzerine kurgulamalıyız. Teknik bilginin transfer vasıtasıyla memleketinizin dimağında yoğrulmasıysa apayrı bir nokta olduğu gibi o tekniği ne amaçla kullanacağımızı da net bir şekilde belirleyebilmemiz ve gidişatı, dönütleri kaçırmadan gözlemleyebilmemiz sürdürülebilir bir eğitim metodolojisini üretmeye başladığımızın göstergesi anlamına gelir.
Problemin Kökeni
Bizim eğitim geçmişimiz insan ömrünü bir miktar geçmiş Cumhuriyet’imizin yaşından daha derin ve dünya ölçeğinde birikime sahip. İsmail Hakkı Baltacıoğulları, Ziya Gökalp, Salih Zeki, Mustafa Ö. Azmi Akalın, Abdülhamit Çintan, Sadrettin Celal Anten, İsmail Mahir Efendi gibi bu isimlerse doğrudan Cumhuriyet’in referans aldığı eğitimciler ve Öğretmenler. Ciddi anlamda kendi gerçekliklerimizle oluşturulmuş kavramlar ve bu kavramlar üzerine kurgulanmış ütopik ve distopik eğitim senaryolarımız bulunuyor. Günümüzde yaşadığımız problemler külliyatı geçmiştekiler tarafından beklenen ve acaba? Denilerek merakla konuşulan distopik bir sohbet atmosferindeki eğitim bilim-kurgusu evreninden başka bir şey değildi. Server Tanilli’nin 28 sene önce kaleme aldığı eğitim orijinli eserlerinde Sümer ve Babil’i yıkan göç dalgasının acaba bir benzeri gelecekte yaşansa ülkemizdeki eğitim serzenişi nasıl olur? Sorusuna bir yanıt aramak üzerine kurgulanmıştı. Süregelen zaman içerisinde aktüel bir problem olarak görülmemeli. İyileştirilmemiş, atıl kalması rahatsızlık uyandırmamış, geçmişten gelecek bırakılmış kötü bir miras gibi…
Memleketimizin iç sistematiğindeki eğitim otoritelerinin kararlarındaki dalgalanmalar, MEB’in arka bahçesindeki siyasi hesaplaşma süreci, siyaset üstü olamayan vizyon ve misyon neticesinde oluşan eğitim hafriyatı, enkazı sürdürülebilir fikirlerin de baltalanmasını beraberinde getiriyor. Bu problemlerin kökeniyse 1945’lerden sonra moda hâline gelen ve 1950 itibariyle Marshall Yardımları, Eisenhower’ın beyin göçünü ABD’ye yönlendiren çıkar tabanındaki yardımlarını temele alan hamlelerle mantar gibi yaygınlaşarak rağbet gören Amerikanizasyon sürecini teğet geçemediğimizden kaynaklanmaktadır. 100 sene önce kanına ter karışıp mücadele eden ve kendilerinden sonraki bu memlekette doğacak olan kuşakları dahi tanımaksızın hiçliğe karışanlar bugün topraklarımızda emek ve çaba ile yetiştirdiğimiz çocuklarımız dışarıya alkışlarla, ıslıklarla, göz yaşlarıyla atalarının mezarını hazırlayanların hizmetine uğurlansın ve memleketlerini dönmemek üzere terk etsinler diye mi canlarını feda ettiler? Rüzgâra göre eğilen ve yeşerip solan saman kağıdı rengindeki eğitim sistemimizin bu açığını görmezden geldiğimiz müddetçe yukarıda cevap niteliğinde sorulan tüm soruların bugünden yarına aktarılan, “düzelsin diye çaba harcanmamış kâbuslar” olabileceğini unutmamalıyız.
Sonuç Olarak
Bugün, ileri ve müreffeh devletlerin ölçüm metodu olarak uyguladığı uluslararası sınav taksonomilerinin de bu topraklarda gerçeği ne denli yansıttığını tartışmalıyız. PISA’dan, TIMSS’den, IEA’dan, PIRLS’den, IEATALIS’den bahsediyorsak bu sınavlara giren öğrencilerimizin nelerle karşılaşacağını ve bu karşılaştıkları şeylere ne denli hazırlıklı olduğunu önce kendimize sormalıyız. İşin gerçeği şu ki öğrenci kitlemizin büyük bir çoğunluğu muhakeme ve akıl yürütme sorularında cümlelerdeki kelimeleri çözümleyebilme eşdeğerliği açısından Avrupa’nın değil ne yazık ki Cezayir, Fas ve diğer Mağrip devletlerinin birkaç sıra üzerinde yer alıyor. Vaziyet buyken gol yiyeceğimiz, gerçekçi yatırımlar yapmaksızın yıllık gelişmeyi takip etmeden, vaziyetimize içerlenmeksizin sınav taksonomilerindeki sonuçları ülkecek merakla beklememiz hiç samimi değil. Mukayeseyi ölçen LGS gibi sınavların son 2 senedir yapılıyor olunması bu duruma ilişkin olumlu bir gelişme olarak gözükse de sandalyesinin sallanıyor olması da yeni ve nereye doğru evrileceği belirsiz bir serüvene açılan yeni yelkenleri niteliyor.
Peki nasıl bir eğitim istemeliyiz? Dünya’daki çocukların zekâsına talip olan, beyin göçünü ülke içine çeken, eğitimi gömleğin birinci düğmesi olarak düşünüp ilgiyle ilikleyen ve ilikleyemezse kötü bir eğitimin kötü bir ekonomi, siyaset, toplum ahlâkı, yozlaşma ve sosyokültürel çöküşü beraberinde getireceğinin bilincinde olan siyaset üstü bir eğitim reformunu destekleyen sistemi istemeliyiz.
Mertcan ABBASOĞLU
Öğretmen